12 Aralık 2015 Cumartesi
AFŞİNLİ DERDİÇOK (Araştırma:Sıddık Demir) Erdal Öztürk*
AFŞİNLİ DERDİÇOK
(Araştırma:Sıddık
Demir)
Erdal Öztürk*
Türkülerini, koşmalarını söylemişlerdir ve zaman tünelinde
adları silinmiştir. Ancak söyledikleri bize ulaşmıştır. İşte, Afşinli Derdiçok
mahlası ile söylemiş Türk aşık edebiyatının 1874-1937 yılları arasında yaşayan
Ömer Lütfü Pişkin de bunlardan biri.
Onu, sabırlı bir araştırma ve titiz bir derleme sonucu gün
ışığına çıkaran eğitimci-araştırmacı Sıddık Demir’i yürekten kutluyoruz. Derdiçok,
bir yirminci yüzyıl Karaca oğlan’ı ve ondan geri kalır yanı yok. Şiirlerinin tamamı 8’li, 11’li ve 14’lü hece ölçüsüyle
söylenmiş koşma ve semai tarzında. Prof. Dr. Şükrü Elçin’in tanımıyla “Şiir severlerin zevkle
okuyacağı ve halk edebiyatı araştırıcılarının faydalanacağı bir eser.”
Arif Nihat Asya Hoca; “Derdiçok, zamanının en
büyük halk şairiydi. Değeri, Dertliler, Gevheriler, hatta Karacaoğlanlar’la
mukayese edilebilecek kadar yüksektir. Bu hükmü mesuliyetini kabul ederek veriyorum”
diyecek kadar şairi beğenmiştir.
Prof. Dr. Fuat Köprülü, “Aşık edebiyatımızın asrımızdaki son
değerli mümessillerinden sayılabilir” demiş bir yazısında. Sıddık Demir; Şairin, uzun bir çalışma sonucu elde ettiği
368 adet şiirini kitaba koymuş. Ayrıca, Derdiçok’un hayatı, kişiliği ile
kaynakça ve mahalli sözcükleri de eklemiş. Şiirleri okuyunca saf ve bu toprakta
yaşayan canım Türkçe’nin ihtişamına bir daha tanık oluyor insan.
Modern ve serbest yazan her şaire ilham olabilecek söyleyiş
güzelliği, insanı, doğayı her zerresine kadar kavramış derinlemesine bir gözlem
ve Anadolu aşığının insanı saran ve şaşırtan derinlikler ve yoğunluklar
gizlenmiş, sinmiş şiirlerine Derdiçok’un.
Yaşadığı zamanın ve mekanın tanığı ve tanıtıcısı olmuş.
Bize; Sinemasız, televizyonsuz zamanlardan; rengiyle, kokusuyla, insanıyla, doğasıyla
belgesel bir miras bırakmış, yaşadığı Anadolu’nun küçük bir köşesinde… *(İlkyaz
Edebiyat dergisi-sayı:14-Mart 1993)
***
***
11 Aralık 2015 Cuma
Afşin Kitaplığı; M. SELÂMİ ÇEKMEGİL // Sıddık DEMİR'in "DİRGEN ALİ" Kitabı
Afşin Kitaplığı; M. SELÂMİ ÇEKMEGİL // Sıddık DEMİR'in "DİRGEN ALİ" Kitabı
Hemşehrim
olan öğretmen Sıddık DEMİR’in “Dirgen Ali” adlı kitabı Berikan Yayınları’ndan
Şubat 2006’da çıktı. Kitabı heyecanla okudum. “Dirgen Ali”, Demir’in son
kitabı. Demir’in daha öncede “Afşinli Derdiçok”, “Gündemden Kesitler”, “Ankara
Gönül Erleri” kitapları çıkmış.
“Dirgen Ali” tarihi roman türünde bir kitap denilebilir. Zira Dirgen Ali,
Kahramanmaraş Afşin’in (eski adıyla Norşun) yeni adıyla Altunelma Kasabasında
yaşamış ve ölmüş bir kişi. Dirgen Ali’nin yaşadığı dönem; Osmanlı’nın son
yılları, 1. Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet’in ilanı ve 1960’lı
yıllar. Demir romanında, o dönemlerden kesitler sunmakta.
Dirgen Ali, Aşık Mahzun-i Şerif’in türkülerine konu olmuş, destanlaşmış bir
kahramanlık öyküsüdür. Dirgen Ali, her zaman mazlumdan yana, garibandan yana
yiğit bir kişidir. Ben Dirgen Ali’nin adını çok duymuştum ancak, detaylı bir
bilgiye sahip değildim. Zira kahramanlar, menkıbeleşir, destanlaştırılır,
başka-başka anlatılır. Dirgen Ali hakkında tek yazılı eser, Sıddık Hoca’nın
kitabı olmuştur. Kendisini ayrıca kutlamak gerekir.
“Dirgen Ali” kitabını değerlendirmeden önce; kitabın konusunu kısaca özetlemek
gerekir;
ÖZETLE “DİRGEN ALİ” ROMANI
ÖZETLE “DİRGEN ALİ” ROMANI
Kitabın “Giriş” bölümü İlbey ile Dirgen Ali’nin oğlu Ese arasındaki
konuşmalardan oluşuyor. Ese’nin “memleketinden uzaklaşınca toprağın
hatıralarını sana anlatacak birini hep aramalısın. Toprak, ancak üzerindeki
hatıralar yaşanır ve bilinirse sıla olur, vatan olur. Yoksa yaşananlar bilinir
ama yaşanmazsa toprak bir kuru çorak olur, ahraz olur… Tikenli Yaylası,
Bostanbeli, Gökçebel, Güvek, Arpalık Afşin’e bağlı bazı köylülerin ömürlerini,n
yarıdan fazlasının geçtiği, binbir türlü hatıralarının yaşandığı, nimetlerinin
derildiği, sporların yapıldığı, tertemiz hava ve sularından istifade edildiği
ve özgürlüklerin zirvede yaşandığı, vatan parçası… Binboğa dağları…., O dağ
değil çok şey, çok şeyden öte herşey” sözleri oldukça dikkat çekici. Ese, bu
sözleriyle vatanı anlatmakta, vatanın ne anlam taşıdığını özetlemektedir.
Konuşmanın devamında Ese, “haksızlığa karşı başkaldırı kültürü bizde hep
‘devlet ebet müddet’ veya ‘Ulul emre itaat’ anlayışıyla baskı altına
alınmıştır. Devlet adına yapılan kötü muamelelerden, haysiyet kırıcı
davranışlardan çok çekmişiz, çok… Manevi önderler, hak arama kültürünü
geliştirmemişler… her şeyin başı hak aramaktan ziyade sabır demişler. Kurulu
düzen kendi aksaklıklarını görmek istemez… Dirgen Ali bu halının deseni”
sözleriyle gerçeği ifade etmekte, tespitte bulunmaktadır.
Kitabın bundan sonraki 10 bölümü özetle şöyle;
Elbistan Karahüyük Köyünden Fakı, bekardır; Norşun köyüne yerleşir. Fakı,
hocadır. Fakı ile köylü arasında ilişki oldukça iyidir. Köylü Fakı’yı köyden
bir kızla evlendirirler. Bu evlilikten Durdu adlı çocukları dünyaya gelir. Bir
müddet sonra, köyde Fakı’nın eşi hakkında “namusa yönelik” dedikodular başlar.
Fakı, bir gün evde başka bir erkekle yakaladığı eşini öldürür, adamı da
yaralar. Elbistan Kadısı tarafından yargılanan Fakı, beraat eder. Fakı
Elbistan’da arkadaşı terzi Muhammed Hafız’a başından geçenleri anlatır ve
evlenmek istediğini söyler. Muhammed Hafız’ın 3 bekar kızı vardır. Hafız,
kızlarına Fakı’dan bahseder, evlenmek isteyip istemediklerine dair rızalarını
sorar. Hafız’ın küçük kızı Eşe “her insanın başına iş gelir. Baba izin
verirsen, namusuna düşkün olan bu adamla evlenmek isterim” der. Fakı, Hafız’ın
küçük kızı Eşe ile evlenir ve Norşun’a getirir. Eşe, köyün ebesidir,
köydeki çocukların çoğunu o doğurtmuştur. Bu yüzden Eşe köyde sevilen bir
kişidir. Bir müddet sonra, terzi hafız ölür. Fakı, Hafız’ın 2 bekar kızını ve
oğullarını yanına alır, Norşun’a getirir. Fakı’nın bu evlilikten 4’ü erkek, 1’i
kız olmak üzere 5 çocuğu dünyaya gelir; çocukların 5’i erkek, 1’i kızdır.
Fakı’nın ilk evliliğinde başından geçen olay nedeniyle, hasımları Onu Hunu
değirmeninde öldürür. Fakı öldüğünde Ali henüz 6 aylık bebektir. Fakı’nın
katili Hatay-Payas Cezaevinde yatmaktadır. Fakı’nın eşi Eşe, para ile Onu
cezaevinde öldürtür.
Ali, zayıf bünyeli ama gözü kara bir gençtir. Arkadaşları Ona “Dirgen” derler.
Dirgen Ali, 18-20 yaşına geldiğinde anası onu Hunu ağasının kızı Emine ile
evlendirir. Bu evlikten Abbas ve Hayriye adlı çocukları dünyaya gelir. Bir yaz,
Yağlıca’da Çağsak Köyü Ağası Hasan ile Dirgen Ali’nin ailesinin göçü
karşılaşır. İki göç aynı anda pınarlara yönelince ortalık karışır. Ali’nin
ağabeyi Halil sopa darbesi ile yıkılır. Bu esnada Dirgen Ali, Hasan Ağanın
ahraz oğlunu öldürür. Ali, kaçarak Kerevin Köyüne Hamit Ağa’ya sığınır.
Kerevin, dağlık, Sivas sınırında bir köydür. Hamit Ağanın, Hacce adında 17
yaşında bir gelini vardır. Hacce, Maravuz Köyünde Kalenderlerdendir. Hacce
ağabeylerinin densizliği nedeniyle, kan karşılığı olarak Hamit Ağanın oğluyla
evlendirilmiştir. 17 yaşındaki Hacce, Ali’ye vurulur, aşık olur. Hacce, Ali’nin
de hoşuna gider ama Ali “nankörlük etme” diyerek nefsine hakim olmaya çalışır.
Sivas müfrezesi, Kerevin’de Ali’yi yakalar. Ali yakalandığında Hacce “Seni
bekliyorum” der.
Ali, Sivas
Paşası Reşit Akif Paşa’nın maiyetinde 2 yıl geçirir. İki yılın sonunda tahliye
olur.
Ali tahliye olur olmaz, Kerevin’e Hamit Ağa’ya misafir gelir. Gece, Hacce’yi
alıp ovaya gelir. Hamit Ağaya 150 koyun ve 50 büyükbaş hayvan verilerek sulh
sağlanır.
Ali ile Hacce’nin evliliğinden İnce Fakı, Muhammed, Aslan, Hafız ve Ese dünyaya
gelir.
Ali’nin ünü çevrede epey yayılır. Ali’nin ününü duymayan
kalmaz. Maraş’tan Hacıbebeklerin Reisleri Hüseyin ve Hasan, Kadıoğlu Ahmet
Efendi Ali’nin dostlarıdır. Ali’den habersiz bir iş yapılmaz olur. Bir
gün, Hunu’dan Gök Omar’ın Hacı adlı yaşı geçkin birisi Ali’den habersiz
evlenmeye kalkışır. Ali, buna çok kızar. Ali ile Hacı kavga eder, ikisi de
yaralanır. Hacı şikayetçi olmaz ise de, Ali tutuklanır. Bölgedeki faili
meçhul olaylar da Ali’ye yüklenir. O zamanlar idare merkezi Hatay’dır.
Hatay’dan Mürseloğlu Mustafa Paşa 50 kişilik müfreze göndererek Ali’yi Hatay’a
getirtir. Ali, Hatay’da Paşa’nın çocuklarına at biniciliği ve atıcılık öğretir.
Sonunda tahliye olan Ali Norşun’a döner.
Çevrede Konya Medreselerinde okuyan Menzoğlu Ahnet’in ünü yaygındır. Ali’de,
bacısı fatmanın oğlu Ali Haydar’ın Menzoğlu gibi medresede okumasını ister. Ali
Haydar, Konya’ya gönderilir. Ali, İncirli Köyü’ndeki çiftliği ile ilgilenir, kavgadan uzak durur.O dönemde
Binboğa Dağlarında eşkiyalar vardır. 5 jandarma katili Türkçayır’ı Köyü’nden
Gıcanoğlu Hasan ile Çağsak Köyü’nden Rasko adlı eşkiyalara karşı Ali jandarma
ile işbirliği yapar. Gıcanoğlu Hasan yakalanarak idam edilir. Rasko’yu da Ali
öldürür.
Bölgenin asayişinden sorumlu Fındıklı Köyünden Yüzbaşı Aslan Bey, Ali’ye
“kimseyle uğraşma. Zeytin Ermenileri hazırlanıyor. Gücünü kendi dininden olan
insanlara karşı kullanma” der.
Dönem, Tanzimat dönemidir; Devlet-i Al-i Osman diyenlere karşı Devlet-i Ali
Mithat diyenlerin kapıştığı dönemdir. Bir müddet sonra Zeytin, Fınız, Fındacık, Yenicekale Ermenileri ayaklanır. Çok
kan ve gözyaşı akar. Ayaklanmayı Urfa’dan Albay Galip Bey, bastırır. Ermeniler,
güneye sürülür. Dirgen Ali, Fındıklı ve Çardak üzerinden Zeytinli’ye ulaşır. 1.Dünya
Savaşı yıllarında Yüzbaşı Aslan Halep’e tayin edilir. Ali’nin yeğeni Ali Haydar, konuşmalarında Atatürk’ü ve arkadaşlarını sert dille
eleştirmektedir. Ali, dostlarını görmek için, Maravuz Köyünü ziyaret eder. Maravuz’da Demirci
halil’in evinde, Haşim Ağa, kardeşi Fakı, Sarızlı Bakı Hoca, Menzoğlu Ahmet ile
görüşür. Menzoğlu’nun konuşmalarından oldukça etkilenir.
Menzoğlu şöyle konuşmaktadır;
“İnsanların en büyüğü, en yüksek yerdeyken alçak gönüllü olanı, kudret sahibi
iken bağışlayan ve güçlü olduğu vakit adil davranandır.”
“Bülbüller ötmeye başladığında, kargalar susar.”
“Bile ve bildiğini bilmeyen uykudadır, uyandırın.”
“İnsanların çoğu kaybetmekten korkruğu için, sevmekten de korkuyor. Kendisini
sevilmeye layık görmediği için, sevilmekten korkuyor. Sorumluluk gerektireceği
için, düşünmekten korkuyor. Eleştirmekten korktuğu için, duygularını ifade
etmekten korkuyor. Gençliğinin kıymetini bilmediği için,yaşlanmaktan korkuyor.
Dünya’ya bir şey veremediği için, unutulmaktan korkuyor.”
“İman sahibi az konuşur, çok iş yapar. Münafık ise çok konuşur, az iş yapar.”
Menzioğlu’nun konuşmalarından etkilenen Ali olanları eşi Hacce’ye anlatır ve
“geç kaldık. Millet bizi sürekli elinde kınından çıkmış kılıç varmış gibi
görüyor” der.
O günler karanlık günlerdir. Vatan toprakları bir-bir işgal edilir. Maraş’ı da
İngilizler işgal eder. İşgale Ermeniler çok sevinir. Ermenilerin önde geleni
ise Hırlakoğulları’ndan son Osmanlı Maraş Mebusu Hırlak Agop’tur. Ermeniler,
İngilizler’den hoşnut olmazlar. Hırlak Agop liderliğinde, Anteb’e gidip,
işgalci komutanlarla görüşürler ve Antep’teki Fransızlarla, Maraşta’ki
İngilizler becayiş yapılır. Zira Fransız ordusu içinde Ermeniler vardır.
Maraş’a Fransız Ordusu geldikten sonra, Ermeniler iyice şımarmaya başlarlar.
Bir gün Uzunoluk Hamamı’ndan çıkan izarlı 2 Müslüman kadına, 2 Fransız askeri
örtülerini çıkarmalarını söylerler. Kadınlar buna direnince, örtüleri
parçalanır. Çakmakçı Sait müdahale ederse de, kurşunlanır. Olay yerine gelen
Sütçü İmam Barabellum silahı ile 2 Fransız askerini vurur ve “Maraş bize mezar
olmadan, düşmana gülzar olmaz” der. Sütçü İmam’ın bu davranışı karşısında
halkın morali düzelir. Sütçü İmam’ı bulamayan Fransızlar yeğenini işkence ile
öldürür. Bu gelişmeler üzerine Halepte bulunan, Aslan Bey Maraş’a gelir. Aslan
Bey, Binbaşı olmuştur. Mustafa Kemal, Kılıç Ali’yi Maraş’a gönderir. Kılıç Ali
Şeyh Ali Sezai ve ileri gelenlerle görüşür. Maraş Müdafaa-i Hukuku Milliye
Cemiyeti kurulur. Cemiyetin Başkanlığına Binbaşı Aslan Bey getirilir.
Cemiyet tarafından alınan kararlar üzerine; Elbistan Jandarma Bölük Komutanı
Yüzbaşı Muhtar Bey ve Nakipzade Mehmet Ağa emrinde 300 kişi Maraş’ın batısına
Cancık’a mevzilenir. 2. kol Elbistanlı Eczacı Ömer Lütfi (Köker) başkanlığında
Maraş’ın kuzeyine mevzilenir. Dirgen yaşlandığı için, oğlu İnce Fakı ile 25
silahlı gönüllüyü gönderir. İnce Fakı komutasındaki grup, Eczacı Ömer Lütfi
(Köker)’ye katılır.
Fransız Generali, Hırlakoğlu Osep’in evinde kalmaktadır. Osep’in kızının isteği
üzerine, kaleden Türk bayrağı indirilerek Fransız bayrağı asılır. Bu olay
halkta infiale yol açar. Ulu Cami’ye, Cuma için gelen cemaata İmam, “Cuma
namazının en önemli şartı hür olmaktır. Hür olmayan insanlar Cuma kılamazlar.
Kalesinde düşman bayrağı dalgalanan bir beldede hürriyet yok, esaret vardır”
der. 22 gün 22 gece göğüs göğse çarpışmalar sonucunda Maraş 12 Şubat 1920’de
düşmandan kurtarılır. Boğazdaki aşiretlerin çocukları kadrolaşması ile tekke ve zaviyeler kapatılır.
Bu arada Maraş’ın kurtuluşunda görev alan Şeyh Ali Sezai’nin tekkesi de
kapatılmıştır.
Bu arada Mustafa Kemal’e İzmir Suikasti girişiminde bulunulmuş, yakalananlar
Dirgen Ali’nin yeğeni Ali Haydar’ın adından da söz etmişlerdir. Ali
Haydar, Halep’e kaçar. Menzioğlu Ahmet’ten etkilenen Ali, “çok geç, keşke daha önce tanısaydım
Menzioğlu’nu, başka Dirgen Ali olurdum” demektedir.
Aradan 10 yıl geçer. Ancak su uyur, düşman uymazmış. Bir gün Ali’nin oğlu Abbas
yunak için suyla uğraşdığı esnada, hasımları yeğeni Hafızın oğlu’nu yaralarlar.
Dirgenler, kısasa kısas kararı alırlar. Ertesi gün çıkan kavgada, karşı
taraftan 3 kişi ölür. Diren dahil 9 kişi Elbistan’a oradan da Antep Cezaevine
gönderilir. Cezaevinde ağalık düzeni vardır. Gelenlere zenginse kahve, fakirse
çay ikram edilmekte haraç alınmaktadır. Koğuştakiler, 9 kişinin birden gelmesi
ile ürkmüşlerdir. Koğuş ağası, “gelenler kementli mi, kendirli mi” diye sorar
ve kahve ikram eder. Dirgen Ali, tepsiye 9 gümüş bırakır. Dirgen Ali, haraç
işini kaldırır. Oğlu Abbas ile yeğenleri İsmail ve Yemliha suçu
üzerlerine alırlar. 16 ay sonra, Dirgen Ali dahil 6 kişi tahliye edilirken,
Abbas, İsmail ve Yemliha mahkum olurlar. Dirgen Ali, koğuş ağasını “çocuklarına
sahip çıkması” konusunda uyarır.
Dirgen ve çocukları köye dönerler. Hacce kadın 6 kurban kestirir.
Bu esnada, Ali Haydar Halep’ten Konya’ya dönmüştür.
Aradan geçen zaman içinde, Yemliha Cezaevinde hastalanır ve ölür. Cesedi, Antep
garipler mezarlığına gömülür. Yemliha’nın öldüğü köyde duyulur. Bu esnada Ali Haydar’da eşi ve çocuklarıyla
beraber köye gelir. Yeğeni Yemliha’nın ölümüne içerleyen Ali Haydar, bundan
Dirgen Ali’yi sorumlu tutmaktadır. Ali Haydar, köylüyü Dirgen Ali’ye karşı
gizliden gizliye kışkırtmaya başlar. Bostanbeli’nde av’da iken, ovadan birisinin olup bitenleri Dirgen Ali’ye
anlatmasına rağmen; Dirgen Ali yeğeni Ali Haydar’ın nankörlük yapmayacağına
inanmaktadır.
Köylü Bostanbeli üzerinde hak iddia etmektedir. Ertesi gün Köylü ile görüşmeye
Bostanbeli’ne Dirgen Ali ile oğulları İnce Fakı ve Aslan giderler. Her birinde
50’şer mermi vardır. Ancak civarda pusu kurup mevzilenen 100-150 kişi vardır.
Aniden 1 el silah sesi duyulur. Bu patlama üzerine, mevzilenenler Dirgen Ali ve
oğullarına ateş açmaya başlarlar. Çıkan çatışmada, Dirgen Ali 16 kurşunla ölür.
Karşı taraftan da 4 kişi ölür.
Dirgen Ali, eşi Hacce’nin köyü Maravuz’a gömülür. İnce Fakı suçu üzerine alır, Aslan serbest kalır. İnce Fakı, nefs-i müdafaadan
3,5 yıl yatar. Cezaevinden çıkan İnce Fakı, Tikenli, Bostanbeli ve Yağlıca meralarını adil bir
şekilde köylüye dağıtır. Babasının mirasını da, kardeşleri arasında pay eder. 24 sene sonra, Dirgen Ali’nin kemikleri Maravuz’dan getirtilerek Norşun’da
tarlasının başına gömülür.
“DİRGEN ALİ” ROMANI HAKKINDAKİ
DEĞERLENDİRMELERİM
DEĞERLENDİRMELERİM
“Dirgen Ali” hakkındaki bu özet bilgilerden sonra, romanın edebi
değerlendirmesini yapabiliriz. “Dirgen Ali” edebiyat türleri içinde “tarihi roman” örneğidir. “Tarihi roman,
başlıca kişileri ve olayları tarihten alınan roman, tarihsel roman” olarak
tanımlanabilir.
Sıddık Demir Hoca, tarihi bir kişilik hakkında araştırma yapmış ve emek
harcayarak kitap haline getirmiştir. Başta da belirttiğimiz gibi, Dirgen Ali
hakkında yazılan ilk kitaptır. Bu bir cesaret işidir. Hocayı bu yüzden, ayrıca
kutlamak gerekir.
Ancak roman hakkında tenkitlerimi de belirtmeden geçemeyeceğim:
İlkin; Roman tek yanlı bilgilere dayanmaktadır. Dirgen Ali hakkındaki bilgi
kaynağı oğlu Ese ve/veya yakın akrabalarıdır. Dirgen Ali’nin yakınlarında
subjektif kanaatler ön plana geçeceği için, bilgilerin ne kadar sağlıklı olduğu
tartışmalı olacaktır. Dirgen Ali hakkında, yakınlarının bilgi ve
değerlendirmeleri yanında mahalli bilgi ve değerlendirmelerin de toplanması,
bunların mukayesenin okuyucu ile paylaşılması daha isabetli olurdu.
İkinci olarak; Dirgen Ali’nin yaşadığı dönem hakkında bilgiler verilirken, bu
tarihi bilgilerin ne kadar sağlıklı olduğu da tartışmalı olacaktır. Zira masa
başında yazılan “resmi tarih”in gerçeklerle ne kadar bağdaştığı zaten tartışmalıdır.
Remi tarih mi, gerçek tarih mi?.. Türkiye’nin son 2 yüzyıllık tarihinde
kuşkular var. Örneğin; Ermeni ayaklanmaları olurken, Afşin Kalesi civarında da
Ermeniler yaşamaktaydı. Afşin Ermenileri, bu olaylara katılmadıkları halde,
sürgüne tabi tutulmuştur. Romanda bu konuda hiçbir bilgiye yer verilmemesi
önemli bir eksikliktir. Aynı şekilde Maraş’ın kurtuluşundan önce, Mustafa
Kemal’in Kılıç Ali’yi Maraş’a gönderdiği ve ileri gelenlerle görüştüğünü ilk
kez duyuyorum.
Üçüncü olarak; Romanın geçtiği Afşin, Elbistan, Maraş hakkında yeterli bilgi
verilmemesi, tabii ve coğrafi durumu, sosyolojik yapısı, kültürü hakkında
yeterli bilgi verilmemesi de önemli bir eksikliktir. Zira roman da (tarihi
roman da olsa) mekan ve zaman tasviri çok önemlidir.
Son olarak; Romanın diline de itiraz ediyorum. Zira mahalli bir kişiden söz ediliyorsa, o muhitin dili ile ifade edilmesi, en azından mahalli dile (ve sözlüğe) yer verilmesi gerekirdi.
Son olarak; Romanın diline de itiraz ediyorum. Zira mahalli bir kişiden söz ediliyorsa, o muhitin dili ile ifade edilmesi, en azından mahalli dile (ve sözlüğe) yer verilmesi gerekirdi.
“Sizce ideal bir tarihî roman nasıl olmalı?” derseniz. Derim ki;
O dönemde yaşanmış atmosferi aynen aksettirmeli, olayları daha heyecanlı hale getirmek gayretiyle ortaya tipler çıkarılmamalı. Tarihî romanın tipi yazacağımız tarihî olayın içindedir. O olayı ancak o tip veya tipler yapabilir. Bunu bir örnekle açmak isterim. Mesela Fatih de Napoleon da tarihin önemli simalarındandır. İstanbul’un fethini Fatih’e değil de Napoleon’ a yaptırırsak, bizim o havayı aksettirmemiz mümkün değildir. Yirmi sekiz mayıs gecesi "mum donanması" denilen ateş ve ışık şenliğiyle geçti. İstanbul’u tamamen kuşatan Osmanlı’nın deniz ve kara ordusu kandiller, fenerler, meşaleler, ateşler yakarak Kostantiniye’yi ateş çemberine aldı. Askerin hep bir ağızdan getirdiği tekbir ve tehlil sedaları ufukları inletirken Bizanslıların morallerini yerle bir ediyordu. Napoleon tekbir ve tehlili bilmez. Bu olay istanbul’un fethinde çok önemliydi; zikredilmezse eksik kalır; Napoleon’un kumandasındaki ordu tekbir ve tehlil getirirse bu çok komik olur.
O dönemde yaşanmış atmosferi aynen aksettirmeli, olayları daha heyecanlı hale getirmek gayretiyle ortaya tipler çıkarılmamalı. Tarihî romanın tipi yazacağımız tarihî olayın içindedir. O olayı ancak o tip veya tipler yapabilir. Bunu bir örnekle açmak isterim. Mesela Fatih de Napoleon da tarihin önemli simalarındandır. İstanbul’un fethini Fatih’e değil de Napoleon’ a yaptırırsak, bizim o havayı aksettirmemiz mümkün değildir. Yirmi sekiz mayıs gecesi "mum donanması" denilen ateş ve ışık şenliğiyle geçti. İstanbul’u tamamen kuşatan Osmanlı’nın deniz ve kara ordusu kandiller, fenerler, meşaleler, ateşler yakarak Kostantiniye’yi ateş çemberine aldı. Askerin hep bir ağızdan getirdiği tekbir ve tehlil sedaları ufukları inletirken Bizanslıların morallerini yerle bir ediyordu. Napoleon tekbir ve tehlili bilmez. Bu olay istanbul’un fethinde çok önemliydi; zikredilmezse eksik kalır; Napoleon’un kumandasındaki ordu tekbir ve tehlil getirirse bu çok komik olur.
M.Selami ÇEKMEGİL.
AFŞİN’Lİ DEĞİL ELBİSTAN’LI DERDİ ÇOK;,, A. İHSAN KUYUMCU
AFŞİN’Lİ DEĞİL ELBİSTAN’LI DERDİ ÇOK
A. İHSAN KUYUMCU
Henüz
yeni olan şeyler değiştirilmek istenildiğinde fazla dikkat çekmediği gibi,
yapılan değişiklikler de hemen benimsenebiliyor. Oysa ki yüzyıllık var olan ve
varlığı bilinen bir şeyin değiştirilmesi mümkün olamayacağı gibi benimsenmesi
de söz konusu olamaz.
Elbistanlı
Derdiçok, Türk Halk Şiiri’nin en seçkin şairlerinden birisidir. Döneminin usta
şairi olan Elbistanlı Derdiçok’u yarım yüzyıldan buyana ulusal Halk Hikayeleri,
Halk Şairleri seri yayınlarında yayınlanan kitaplarından tanıdık. Çeşitli kültür
araştırmalarında, edebiyat sayfalarında tanımaya başladı zaman zaman. Günümüze
kadar Elbistanlı Derdiçok olarak bilinen bu büyük halk şairimiz ne hikmetse
özel yayınlanan bir kitapta Afşinli olmuş. Yani kitabın kapağına Afşinli
Derdiçok yazılmış.
Bu
kitabı açtığımızda, beşinci sayfasında “sunuş” yazısını
görüyoruz. Prf. Dr. Şükrü Elçin tarafından yazılan sunuş yazısında sadece
Derdiçok olarak ifade ediliyor. Bu da gösteriyor ki Derdiçok memleket sınırını
aşmış ve Türk Halk Edebiyatı’na ulaşmış. Türkiye’nin Derdiçok’u olmuştur.
Kitabın
yedinci sayfasında “Söz Başı” başlığı altındaki yazısında
kitabı hazırlayan Sıdık Demir; “Eğitimci olmamız dolayısıyla eğitim
ve öğretim ile ilgili bir okul dergisi çıkartalım dedik. Yeni Nefes adını
koyduğumuz bir derginin ikinci sayısına hazırlanırken yeni orijinal fikirlerle
beraber Afşin yöresinin yetiştirmiş olduğu Aşık Derdiçok’u da işleyelim diye
düşündük” diye başlıyor. Ulusal seri yayınlarda kitapları yayınlanmış,
edebiyat profesörleri tarafından edebiyat sayfalarına nakış nakış işlenmiş
ulusal şairimizi yeni ve orijinal bir fikir olarak işlemeyi düşünen bir
düşüncenin sağlıklı olabileceğine inanabilmek nasıl olur bilmiyorum.
“Derdiçok’un
hayatı ve edebi kişiliğine kısa bir bakış” bölümünde;
“Asıl
adı Ömer Lütfü’dür. Derdiçok 1874 yılında Elbistan’ın Kızılcaoba mahallesinde
dünyaya gelmiştir. Babası Elbistan’ın Balıkçıl köyünde yıllardır imamlık yapmış
Hafız Mehmet Efendidir.
Derdiçok,
istemediği halde hayatını kazanmak için imamlık ta yaptı. Afşin ve Elbistan’ın
Tanır, Balıkçıl, Akveren, Maraba ve İğde köylerinde çalıştı.
Elbistan’da
doğup Afşin’de yaşamış ve ölmüş ola şair için Afşinli’dir diyebiliriz
Nitekim
O’nun için Prof. Dr. Fuat Köprülü (1937 yılının ilk aylarında ölen Elbistanlı
Derdiçok da bazen asıl halk zevkine yaklaşan şiirleriyle aşık edebiyatının
asrımızdaki son değerli mümessillerinden sayılabilir.) derken Arif Nihat Asya
Adana’da çıkardığı Görüşler dergisinin ilk sayısında daha da ileri giderek
(Derdiçok, zamanının en büyük halk şairiydi. Değeri Dertlilerle, gevherilerle
hatta Karacaoğlanlarla mukayese edilebilecek kadar yüksektir.) diye devam
ediyor.
Gerek
Sıdık Demir’in kendi yazısında gerekse alıntılarında Derdiçok’un Afşinli
olduğuna dair bir belirti hatta ima dahi yoktur. Hatta kitabın
içerisinde Prof. M.Fuat Köprülü’nün “1937 yılının ilk aylarında ölen
Elbistanlı Derdiçok…” diye başlayıp devam eden cümlesinin kitabın arka kapağına
aynı şekilde yazıldığı ve ne yazık ki Elbistanlı Derdiçok ifadesi değiştirilerek
Afşinli Derdiçok olarak yazılmıştır. Altından kalkılmayacak bir suç
işlenmiştir. Bir kişinin yazısından kaynak gösterilmek üzere alıntı ya olduğu
gibi alınır ya da alınmaz. Hele değiştirilmesi kesinlikle söz konusu olamaz.
Hiçbir
yazar, araştırmacı Derdiçok için Afşinli demez iken eğitimci Sıdık Demir nasıl
der? Derdiçok’un sanatı, eserleri Elbistan, Afşin sınırlarını, il, bölge
sınırlarını asmış, Türk Edebiyatı ile kucaklaşmışken bu büyüklüğü küçültmeye
çalışmak yeni ve orjinal bir fikir mi acaba? Bence akıl karı değildir.
“Elbistan’da
doğmuş, Afşin’de yaşamış ve ölmüş bulunan şair için Afşinli’dir diyebiliriz”
diyeceğina Afşinli dir diyebiliyor musunuz? Elbistan’da sadece doğduğunu ve tüm
yaşamını Afşin’de sürdürdüğünü söyleyebiliyor musunuz? Hem Afşin’de
yaşayan diyorsunuz, hem Elbistan’da çalıştığı Balkçıl, Akveren, Maraba ve İğde
köylerini sayıyorsunuz. Elbistan’dan askere gittiğini ifade ediyorsunuz.
Bir
insanın memleketi doğduğu yerdir. Nüfus cüzdanlarımızda memleketimiz hanesine
ne zaman öldüğümüz yer yazılmaya başlarsa, işte o zaman sayın Sıdık Demir,
Derdiçok için ölüm yerinden dolayı Afşinli’dir desin, Afşinli
Derdiçok diye yazsın.
Derdiçok’un
Elbistanlı olduğu kaçınılmaz bir gerçektir. Ayrıca Elbistanlı Derdiçok, Elbistan
sınırını harmanlamış kendini Türk edebiyatına kabul ettirmiştir. O
Derdiçok’tur. Karacaoğlan’ı, Derdiçok’u Gevheri’yi Türk edebiyatı tanıyor ve
çok iyi biliyor. Bu usta şairlere şuralı buralı demek anlamsız olur. Çünkü
nereli oldukları çok iyi biliniyor.
Bu
anlamsızlıkları eleştirirken, anlamsızlıkların yarattığı anlamsızlıkları da
eleştirmek zorunda kalmak da bir başka acı benim için. Derdiçok’un bazı
şiirlerini de diğer şairlerimizin şiirleri ile harmanlayıp ağıtlaştırmaya
çalışan araştırmacılarımız hem bir Elbistan Ağıtları oluşturmaya
çalışıyorlar hem de hiç araştırmadan bu anlamsız kitabı kaynak göstererek
Elbistanlı Derdiçok’u Afşinli Derdiçok olarak yazıyorlar. Ey güzel
insanlar, ya araştırın ya da araştırdık demeyin. Yanlışlıkları kar topağı gibi
büyütmekten kaçının.
Benim
tek endişem, bizlerin bu gün Elbistan ile ilgili yazacağımız her yazı,
yapacağımız her araştırma ileriki yıllarda kaynak teşkil edeceği düşüncesinden
kaynaklanmaktadır. Hiç birimizin de Elbistan ile ilgili saçma sapan bir şeyler
yazmaya, çizmeye araştırma yaptım demeye hakkımız yoktur.
***
Bu habere
toplam 1 yorum yazılmıştır.
Raşit Metin [
15 Eylül 2011 20:47 ]
Sayın köşe
yazarını ilk önce eleştirel bir yazı yazdığı için bir Afşinli olarak
kutluyorum.Fakat eleştirirken insanların ortaya koyduğu eserleri küçümseyerek
bir eleştiri tarzı yakalamış olmanızı da şiddetle kınarım.Çünkü eğer Yazar
Elbistanlı Derdiçok olarak kaleme alsaydı ve diyelim ki Afşinli olsaydı ben
rahatsızlık duymaz aksine aynı yörenin insanı olduğumuz için gurur
duyardım.Türk Halk Edebiyatında ne kadar tanındığıda malum.Sen ben bir de bu
konuda ilmi çalışma yapan insanlar bilirler.Belki bu kitap sayesinde bir çok
insanın tanıma fırsatı olmuştur.Madem çok zorunuza gidiyor siz işe el
atsaydınız ve Elbistanlı Derdiçok deseydiniz kardeşim.Eleştiri güzeldir fakat
bizim milletimiz sadece eleştiriyor.Şu da var ki Türk Tarihindeki özellikle
Türk Dervişlerinin doğum yerleri farklı ölüm yerleri farklı ama biz ölüm yeri
ile özdeşleştirmişiz.Mesela Mevlana nerde doğru?Nereli oldu.Konyalı oldu.Değil
mi.Olaya buradan bakarsak Afşinli.Ama ben sizin gibi küçük ilçe milliyetçiliği
yapmayacağım.Bizim yöremizin insanıdır.Yazınıza tekrardan teşekkür ederim.Fakat
eleştirileriniz yersiz ve bahaneci.Ayrıştırmayı da siz yapıyorsunuz.Üslubunuzu
değiştirmenizi tavsiye ederim.Saygılarıma...
12 Eylül´ün zihniyet kodları kitaplaştı; Bir Kitap ve Mülâkatlar (Sıddık DEMİR)
(10-09-2011
12:06)
Çıra
Yayınları´dan çıkan kitapta, Hüseyin Demir, Rıdvan Kaya, Tahir Hatipoğlu, Faik
Tarımcıoğlu´nun da aralarında bulunduğu çok sayıda 12 Eylül mağduru ile mülakat
yer alıyor ...
12 Eylül
1980´de Türkiye´nin bambaşka bir sabaha uyandığı belirtilen kitapta, bir gün
önce patlayan silahları ve atılan sloganların yerini derin bir sessizliğin
aldığı ifade ediliyor.
Değrimenci,
kitabında, Türkiye´yi uzun yıllar ölü uykusuna yatıracak olan bu sessizliğin
Mamak zindanı ve Diyarbakır Cezaevi´nde yapılan işkencelerde atıla çığlıkların
bozduğunu ifade ediyor. Değirmenci, 12 Eylül´de Türkiye´nin baskınlar,
aramalar, gözaltılar ve tutuklamalar derken Türkiye´nin adeta bir cadı kazanına
çevrildiği belirtiliyor.
Kitabında
Türkiye´de yıllardır herkesin cevabını aradığı, "Ne olmuştu da bir
gün önce ülkede kan gövdeyi götürürken, bir gün sonra her şey süt liman hale
gelmişti?" sorusunu yanıt arayan Değirmenci, aradığını bulmak için 12
Eylül´ü bizzat yaşayan kişilerle görüştü. 12 Eylül´ün bir proje olduğunu, en
önemlisi bu projenin günümüze kadar uzanan izlerini sürdü. Kitabında, 12 Eylül
darbesinin ardından ABD Başkanı Jimmy Carter´a telefon açan CIA Ankara Bürosu
Şefi Paul Henze telefonda, "Bizim çocuklar başardı." dediği olaya da
yer veren Aslan Değirmenci, "Paul Henze´in bahsettiği o çocuklar
kimlerdi?" sorusunun da cevabını arıyor.
"IMF´nin
dayattığı `24 Ocak kararlarının 12 Eylül darbesiyle nasıl bir ilişkisi vardı?,
12 Eylül ile amaçlanan neydi? Neden hayata geçirilmişti? AK Parti´nin iktidara
gelişiyle yaşanan olayların 12 Eylül´e giden süreçle nasıl bir ilgisi
var?" gibi pek çok sorunun cevabının da arayan kitapta, dün ile bugün
arasındaki bağlantı şu cümlelerle kuruluyor: "Şiddet, terör, karşılıklı
ajitasyonlar, grupların içine yerleştirilmiş ajanlar, Maraş, Çorum, Malatya,
Elazığ, Sivas olayları ve ülkeyi derinden sarsan suikastlar. Hepsi aynı elin
ürünüydü. Aynı Danıştay, Dörtyol gibi... Bugün dış politikada dik duruş, içeri
de demokratikleşmeye yönelik politikalar sergilendiğinde taşeronların
saldırganlaşması, eş zamanlı olarak birilerinin harekete geçerek kandan
nemalanma çabası gibi...7`den 70´e herkesi yasa boğan saldırıların ardından
bazı çevrelerin gelişmeleri değerlendirirken kara propaganda yaparak, hükumeti
hedef almaları... Ve AK Partiyi kapatamadık, bölemedik, sarsamadık,
alternatifini bulamadık, darbe yapamadık, kaos üretemedik bari terörden
nemalanalım anlayışı ile ihanet içinde olanların sahneye koyduğu senaryolar
gibi...28 Şubat post modern darbesi derken 27 Nisan bildirisi ve karanlık
odalarda hazırlanan `Sarıkız´, `Ayışığı´, `Eldiven´ ve `Balyoz´
planları...Islak imzalı projeler, andıçlanan hayatlar ve kafese alınmak istenen
bir ülke...12 Eylül´ü iyi anlamak için önce bugün yaşanan sıralı olayları
hatırlamamız gerekiyor."
Kitabında
sadece geçmişin o karanlık günlerine atıfta bulunmakla kalmayıp, geçmişi
bugünle harmanlayarak, özellikle 2002 sonrasında yaşanan çarpıcı olayları
analiz eden Değirmenci, George Santayana´nın, "Geçmişi hatırlayamayanlar;
Onu bir kez daha yaşamak zorunda kalırlar!" aforizmasını da hatırlatıyor.
Aslan Değirmenci, eserinde, herkesin merak ettiği asıl soruyu sormayı da ihmal
etmiyor. "Türkiye, yeni bir 12 Eylül sabahına uyanır mı?"
DARBE MAĞDURLARI GENÇLERİ UYARIYOR
DARBE MAĞDURLARI GENÇLERİ UYARIYOR
Kitapta
yer alan isimlere ait önemli değerlendirmeler şöyle:
Eski
Gençlik liderlerinden SODEP Genel Başkanı Hüseyin Ergün: "12 Eylül
darbesi, Ergenekon tarafından örgütlenmiş ve uygulanmıştır. Ergenekon´un has
bir ürünüdür."
12 Eylül
mağduru eski Edirne Ülkü Ocağı Başkanı Sıddık Demir gençleri şöyle
uyarıyor: "Karanlık emelleri olanlar tarafından kullanılmamak için
bol bol okuyun. Ne kadar bilgi o kadar aydınlık ve özgürlük demektir. Bilge
kişilerin kıymetini bilip onların rahle-i tedrisatında hep bir şeyler talep
edin."
Özgür-Der
Genel Başkanı ve Haksöz dergisi yazarı Rıdvan Kaya: "12 Eylül
cuntası, Kemalist doktrin ve uygulamalara uygun olarak ülkede emir komuta
hiyerarşisi içinde sıralanan, itaatkar, homojen, sessiz ve tepkisiz bir toplum
yapısı oluşturmayı hedeflemiştir."
Demokratik
Üniversite Platformu Başkanı Prof. Dr. Tahir Hatipoğlu: "12 Eylül bir
Ergenekon operasyonudur. Daha öncesi de vardır. Ergenekon`un sivil kanadı da
var. Operasyonlar yıllardır birlikte yapılıyor."
12 Eylül
Askeri Savcısı Faik Tarımcıoğlu: "Askeri Vesayet sistemine
pekiştirmek, bunu sivil vesayete çevirmek, ipleri hep elde tutmak için darbe
yapıldı."
Araştırmacı
Yazar Celal Sancar ise, Türkiye'yi 1980 darbesine götüren süreçte sahnelenen
kanlı oyunların devlet içindeki güçler marifetiyle gerçekleştirildiğini
belirtiyor.
12 Eylül
döneminde sol sendikaların ve gençlik hareketlerinin içinde aktif görev alan ve
darbenin ardından uzun yıllar cezaevinde yatan Yazar Müslüm Üzülmez:
"Maraş, Çorum, Malatya, Sivas olayları `dengenin dengesizleştirilmesi` ve
darbe ortamının oluşturulması için gerçekleştirilen operasyonların birer
halkalarıdır. Kemalizm hem sağcılara, hem solculara, hem Müslümanlara iyi bir
format atmıştır."
19. Dönem
Kahramanmaraş Milletvekili Ökkeş Şendiler: "Bizler geçmişte
sokakları, okulları ve ülkeyi paylaşamadık. Ancak darbecilerin hücrelerini
paylaşmak zorunda kaldık."
Hak-İş
Konfederasyonu Genel Başkanı Mahmut Arslan: "12 Eylül sıradan bir
darbe değil, toplumun tüm kesimlerini özellikle de çalışan kesimlerin uzun
mücadeleler sonucu elde ettikleri temel kazanımlarını yok eden bir
süreçtir."
İnsan
Hakları Aktivisti Mehmet Alkış: "Türkiye´de birçok kez yapılan
müdahalelerin bu çerçevede oluşan amaçlara hizmet etmek için planlandığı
kolayca iddia edilebilir/edilmektedir. Bu çerçevede Türkiye´nin küresel sisteme
eklemlenmesi ve neoliberal politikaların uygulanmasına zemin hazırlamak
amacıyla 12 Eylül 1980 Darbesi şartlarına itildiği bir sır olmaktan
çıkmıştır."
Araştırmacı Yazar Nurettin Değirmenci: "Süleyman Demirel, 12 Eylül´ün gizli aktörü, Türkiye´deki yasa dışı olayların tertipleyicisidir."
Araştırmacı Yazar Nurettin Değirmenci: "Süleyman Demirel, 12 Eylül´ün gizli aktörü, Türkiye´deki yasa dışı olayların tertipleyicisidir."
Eski
Mazlum-Der Genel Başkanı ve Demokratik Anayasa Hareketi üyesi Ayhan
Bilgen: "12 Eylül`ün topluma en kötü armağanı 1982 anayasası
olmuştur. Bugün hala bedelini ödemek zorunda kaldığımız birçok kriz, o dönemin
düzenlemelerinden beslenmiştir."
7 Aralık 2015 Pazartesi
MHP’yi, Perinçek ve BDP çizgisine çektiler, ASLAN DEĞİRMENCİ-VAKİT
MHP’yi, Perinçek ve BDP...
12 Eylül mağduru eski Edirne Ülkü Ocağı Başkanı Sıddık
Demir, Vakit’e konuştu. Demir, “MHP’yi Perinçek ve BDP çizgisine çektiler”
dedi.
MHP’yi, Perinçek ve BDP çizgisine çektiler
12 Eylül mağduru eski Edirne Ülkü Ocağı Başkanı Sıddık
Demir, Vakit’e konuştu. Demir, “MHP’yi Perinçek ve BDP çizgisine çektiler”
dedi.
ASLAN DEĞİRMENCİ’nin haberi
12 Eylül tarihinde yapılacak anayasa değişikliğinde oyunun
rengini ‘evet’ olarak açıklayan Demir, “Yıllardır millet, ayağındaki prangalar
ile yürüyor. Anayasa değişikliği ile bu prangalar çözülecek” dedi.
“DOĞRUNUN YANINDAYIZ”
“Bu prangalar 12 Eylül’den bu yana ayağımızda” diyen Demir,
“Bunu çözmek AK Parti’ye nasip oldu. Elini vicdanına koyan
herkesin, ideolojiyi bir kenara bırakıp atılan adıma şapka çıkarması lazım...
Bizim hedefimizi, bizim ülkümüzü bir başka sivil organizasyon gerçekleştiriyor
diye karşı çıkmak dava adamlığına yakışmaz. Dava adamı olmak doğrunun yanında
yer almayı gerektirir. Tamam, bunu ülkücüler yapmalıydı. MHP bu işin
sorumluluğunu üzerine almalıydı. Ama olmadı. Olmadı diye referandumda ‘hayır’
oyu kullanacak değiliz. Biz kimsenin esiri değiliz” diye konuştu.
“MHP STATÜKONUN YANINDA”
Ülkücülerin, millet iradesinin ipotek altına alınmaması için
yıllarca direndiklerini ve bedel ödediklerini vurgulayan Demir, “Şimdi hesap
sorma zamanı” dedi. “Gerçek ülkücülere bunun dışındaki bir düşünce de yakışmaz”
diyen Demir, “Dün biz statükoya karşıydık. Ancak dün değişmesi için mücadele
verdiğimiz sistemi bugün MHP koruyor. Daha açık konuşacak olursam MHP artık
statükonun yanında... Anayasa değişikliği hayati bir meseledir. Millet
darbecilerin yazdığı anayasa ile yönetilmek istemiyor. İstemiyor çünkü anayasa
darbecileri korurken bireyi hiçe sayıyor. O zaman bu anayasaya dokunmak ve
elden geldiği kadar değiştirmek lazım... Bunun önüne engel çıkartmak, büyüyen
Türkiye’nin önüne set çekmektir. Artık herkes siyasi, ideolojik gözlüklerini
çıkartarak geçmişe bakmalıdır. Geçmişte bugün ‘Evet’ demek için yeterli sebep
vardır. Ancak özellikle ülkücülerin ‘Hayır’ demesi için bir neden yoktur” dedi.
“MHP; CHP, YARSAV VE PERİNÇEK ÇİZGİSİNE GETİRİLDİ”
12 Eylül darbesinin ardından sahneye konulan senaryolar ile
MHP’nin çizgisinden saptırıldığını belirten Demir, sözlerini şu şekilde
sürdürdü: “Parti içerisinde yüzde yüz bir değişim ve dönüşüm oldu. 12 Eylül
sonrası iç ve dış statükonun vermiş olduğu mücadele ile istediklerini de elde
ettiler. O projenin amacı ulusalcı bir MHP meydana getirmekti ve bunu
başardılar. Başardılar çünkü projeye karşı çıkan kim varsa şu anda MHP içinde
siyaset yapamıyor. Hepsi tasfiye edildi. Dindar bir milliyetçilik derdinde
olanların önü kesilirken, parti maalesef CHP hatta YARSAV ve Doğu Perinçek
çizgisine getirilmiştir. Bu bir ihanettir. Yapılan politikalar ile de BDP’nin
değirmenine su taşır hale geldiler.”
“12 EYLÜL’DE EMPERYALİZMİN OYUNA GELDİK”
“İdeolojik duruşlar bizi mahvetti” diyen Demir, “12 Eylül’de
biz değişik kamptaki gençler olarak emperyalizmin oyununa gelmişiz. Biz bizden
olmayanları komünist, vatan haini veya kokmaz-bulaşmaz sürüler olarak görme
alışkanlığı edindirilmişiz de, bizden başkalarının vatanperver olamayacaklarına
olan fikirlere inandırılmışız. Bu anlamdaki anlayışı bir başka şekilde
günümüzde sürdürenler halen mevcuttur. Ülkenin gerçek sahipleri nezdinde
bizlerin fasa fiso olduğunu o günden itibaren öğrenmiş oldum. Empati kültürü ve
hoşgörü yerleşik hayata inatla geçirilmezse bizler değilse de gelecek kuşaklar
daha çok kavgalı gürültülü olacaktır. Cuntanın emrindeki askerin düşman
karargâhına saldırır gibi sağa sola ateş ederek yaptığı müdahaleleri unutmuş
değiliz. Bir daha o günlere gitmek istemiyoruz. Millet demokratikleşme,
şeffaflaşma ve özgürleşme istiyor. Bu istek milletin en tabii hakkıdır ve
siyasetçiler bunun için mücadele vermelidir. Bunun dışında verilen bir mücadele
demokratik değildir” şeklinde konuştu.
VAKİT-
Cihan Hakimiyeti Mefkuresinde "Kel Tepeler"- Sıddık DEMİR
Cihan Hakimiyeti Mefkuresinde
"Kel Tepeler"
"Kel Tepeler"
Sıddık DEMİR
Tarihte sık olmasa da
görülür, duyulur ve yazılır. Bu bilgilere ulaşan nesiller genelde ecdadıyla
gurur duyar ve Milletimizin vatan anlayışı denilip 'dogma' kabul edilir. Asil
tavır alış olduğu içindir ki tartışılmasına dahi gerek duyulmadan neredeyse kutsanır. Evet; Fiziki
anlamda beş para etmeyen, her bir karışı mahrumiyet kokan, canlı bir varlığın
paraşütle atılması haricinde yaşantı belirtisi olmayan "Kel Tepe"leri düşünün. Ege'deki Kardak adası gibi…
Uğrunda nice meydan savaşları yapılan, nice koç yiğitlere mezar olan 'Kel
Tepe'leri…
Düşman ülkeler, zayıf anını kolladıktan sonra çeşitli bahanelerle, Hükümdarın hanımından, kızından tutunuzda ,diğer mücevher gibi kıymetlerini talep ederler. Hazırlıksız savaş yaparak Türk budunu kırdırmayalım diye tereddüt edilmeden bu taleplerin zaman zaman kabul edildiğini tarihçilerimiz beyan eder. "Kel Tepe" denilen önemsiz toprak parçasına sıra geldiğinde kılıçlar bilenir, bedelin alındığı gibi olmasına önem verilir. Kadavralar bile tekrar ölmek için canlanır. Sonuçta muktedir olurlarsa ne ala… Aksi halde içe dönük bedeller ödemeye devam edilir.
Düşman ülkeler, zayıf anını kolladıktan sonra çeşitli bahanelerle, Hükümdarın hanımından, kızından tutunuzda ,diğer mücevher gibi kıymetlerini talep ederler. Hazırlıksız savaş yaparak Türk budunu kırdırmayalım diye tereddüt edilmeden bu taleplerin zaman zaman kabul edildiğini tarihçilerimiz beyan eder. "Kel Tepe" denilen önemsiz toprak parçasına sıra geldiğinde kılıçlar bilenir, bedelin alındığı gibi olmasına önem verilir. Kadavralar bile tekrar ölmek için canlanır. Sonuçta muktedir olurlarsa ne ala… Aksi halde içe dönük bedeller ödemeye devam edilir.
Yönetici takımın çivisi çıkmış olan Devlet
çarkını tekrardan düzene sokma sıkıntısı uzun zamanlar alır. Diğer taraftan
"Kel Tepe" tutkunluğu milletin vicdanında yeşerirde yeşerir. Bilmem
kaç bin yıllık tarihi maceramız da devlet olma kültürünün en önemli öğesi
durumundaki "Kel Tepe" Vatan parçası anlayışının "Dogma" haline
gelmesi, tekrardan tartışma ortamına indirilmesini engellediği gibi bu konunun
tartışılamayacağı yönünde kestirilip atılması da bir başka üzerinde durulması
gereken konu olarak karşımıza çıkmaktadır.
II.Abdülhamit Hanın Yahudi Teodor Herz'in teklifini
hiç tartıştırmadan retetmesi aynı geleneğe çok önemli bir örnek teşkil eder.
Yerli ve yabacı tarihçilerin yanında, dost düşman hemen her kesimde insanların
takdir ettiği bu duruşa “tersiyer” bir anlayış geliştirilmiş olsaydı, acaba ne
denebilirdi?
Dr. Teodor Herz'in teklif ettiği, İmparatorluğun bütün dış borçlarının ödenmesi karşılığında bugünkü bulundukları toprak parçasını talep etmelerine "Dogma" değil de daha gerçekçi bakılsaydı,
belki de imparatorluğun ömrü yanında Abdülhamit'in de iktidarı muvaffak olacaktı. Bugünkü Misak-i Milli sınırımız Kerkük-Musul -Şam ve batıda da Selanik'e kadar uzanacaktı belki de . Küçülmemeyi, daha fazla kan akıtmak için hareket noktası alan anlayıştır ki 'Kel Tepe'gibi 'İtin öldüğü yer'de direnerek kendisinin kadavraya dönüşmesi tartışılmaz bile. Efendim bunun şifresini tarih koymuştur deriz. Yirmi milyon kilometrekare topraktan bu duruma düşme vetiresinde genelde hep şavaş sonrası kaybederiz. Hani 'Kel Tepe'ler için kan verilir idi. Demek ki siyaset bilimi, masa başı sanata kandan çok daha önem arz etmekte. II. Abdulhamit'in Dr. Herz'in teklifine "Doğma" değil de, getirisi anlamında bilinenin aksine bir yol izlemiş olsaydı, siyasal anlamda belki de Türk Devletinin bugünkü yapısında çok daha olumlu göstergelerin olmasına vesile olacaktı.
Dr. Teodor Herz'in teklif ettiği, İmparatorluğun bütün dış borçlarının ödenmesi karşılığında bugünkü bulundukları toprak parçasını talep etmelerine "Dogma" değil de daha gerçekçi bakılsaydı,
belki de imparatorluğun ömrü yanında Abdülhamit'in de iktidarı muvaffak olacaktı. Bugünkü Misak-i Milli sınırımız Kerkük-Musul -Şam ve batıda da Selanik'e kadar uzanacaktı belki de . Küçülmemeyi, daha fazla kan akıtmak için hareket noktası alan anlayıştır ki 'Kel Tepe'gibi 'İtin öldüğü yer'de direnerek kendisinin kadavraya dönüşmesi tartışılmaz bile. Efendim bunun şifresini tarih koymuştur deriz. Yirmi milyon kilometrekare topraktan bu duruma düşme vetiresinde genelde hep şavaş sonrası kaybederiz. Hani 'Kel Tepe'ler için kan verilir idi. Demek ki siyaset bilimi, masa başı sanata kandan çok daha önem arz etmekte. II. Abdulhamit'in Dr. Herz'in teklifine "Doğma" değil de, getirisi anlamında bilinenin aksine bir yol izlemiş olsaydı, siyasal anlamda belki de Türk Devletinin bugünkü yapısında çok daha olumlu göstergelerin olmasına vesile olacaktı.
Günümüzde yine benzeri programlar… Üniter yapı
değiştirilemez… Onca bilgiye ve onca göz önündeki seyredilen oyunlara rağmen,
analitik düşünme kısırlığı görünmektedir. Olaylara reel bir mantıkla, sosyolojik
ve ekonomik göstergeler ışığında tersiyer açıda düşünememenin olumsuz
getirisini kahramanlık veya vatanseverlik görmeyi tek yol gören
"Doğma" değerlilerin, bu alanda bir beyin fırtınasına dahi gerek
duymamaları yanılgıdır. Ortada bir Kürt problemi, sınırlarımız içinde ve
dışında yedi düvelin destek verdiği bir bölücülük olayını halen yok kabul etmek
çok saçmadır. Yok denildiği zaman var olan bir şey yok olur mu? İnkar edeceksin, ama nereye kadar.
Sosyolojik olarak; Asli unsur olan
Türk'ün nüfus artışı ile ayrılıkçı denilen Kürd'ün nüfus artışı arasında
Türk'ün aleyhine çok ciddi gelişme göstermektedir. Kürt olmayan hali vakti yerinde bir Türk'ün
nüfus artışına katkısı çoğu yerde birebirdir. Doğum kontrolü siyaseti ters
tepmiştir. Fırat ve Dicle'nin doğusunda bu anlamda hiçbir verim elde
edilemediği gibi nüfusun kat be kat arttığını görmemek mümkün mü? Bir yarım asır sonunda bu göstergelerin böyle
devam etmesi halinde Anadolu da ki nüfus kendiliğinden Kürtlerin lehinde
dominant bir unsur
olacaktır. Türklere gözün aydın demekten başka çare kalmaz. Kürtçülük yapanlar eğer aptal değillerse savaşı bırakırlar. Bir toprak parçasının sessiz sedasız bir başka millete tesliminin
en önemli göstergesidir nüfus artışı.
olacaktır. Türklere gözün aydın demekten başka çare kalmaz. Kürtçülük yapanlar eğer aptal değillerse savaşı bırakırlar. Bir toprak parçasının sessiz sedasız bir başka millete tesliminin
en önemli göstergesidir nüfus artışı.
Benzeri aptallığı bir zamanlar bizim solcu vatandaşların
gösterdiğine şahit olmuşuzdur. Adamların Sosyalist yapmaya çalıştıkları Türkiye
Cumhuriyeti Devleti zaten her alanda 'Sosyalistmiş'de kendilerinin haberi
yokmuş. Bunun böyle olduğu bugün itibari ile daha da iyi görünmektedir. Mesela
Askerin din ve kültür anlayışı Solculukla tıpatıp örtüştüğü, Laiklik ve
'Atatürk'e atfen yapılan vurgulardan tutunda hayatın hemen her alanına kadar
ayni ritüellerde birleştikleri halde, geçmişte neden 'Faşist asker' diye kurşun
atarlardı doğrusu anlamak mümkün değil. Demek ki Kürtçülük de Solculuk da bu
anlamda gerçekten aptal duruma düşmüş görünmektedir. Solculukla sistemin
örtüştüğü gelinen nokta itibarıyla kendini gösterdiğine göre, Kürtçülükle de
örtüşeceği noktaya gelmesini beklemek fazla safdillik olmasa gerekir. Karşı
tedbir, esas bu noktada alınmalıdır. Ülkenin batı kesiminde doğum kontrolü mücadelesinde başarılı olmuş
Devlet kendisiyle öğüne dursun, doğu da inadına bir milliyetçilik anlayışıyla,
her ailede düzinelerce artış kaydeden yoksul nüfusun yoksulluğu batıyı
rahatlatmasın. Metropollerdeki sokak hakimiyeti, kap-kaç ve alabildiğine hırsızlık gibi genel ahlakın dışında bir geçim şekliyle
hayatlarını idame edenlerin, varlıklı ve nüfusu az insanların mal ve can
emniyetini tehdit etmesi, yoksul ve eğitimsiz insanların yakın gelecekte de bunların evine kadar girip hak iddia etmeyeceği garantisi varmı
dır? Göstergelerin böyle gitmesi durumunda bırakın üniter yapı hassasiyeti
gereği 'Kel Tepe' savunmasını, ülkenin diğer tarafları da elden gidebilir.
Ekonomik olarak:
Ekonomik olarak:
Kamuya ait hizmet sektörü,
çarkını döndürmesi için, vatandaşından aldığı vergi ve tüketim karşılığı
ederin, bir coğrafya da ikamet edenlerden tahsil edememesi, o bölge insanından
doğan açığı, yine asli unsurun faturasına ekleyerek telafi etmesini uzun zaman
sürdüremez. .Bu konu devletin en büyük ayıbıdır. Mesela güneydoğu da kaçak
elektrik sarfiyatı yüzde altmışlara vardığı halde bu oran diğer kesimlerde çok
düşüklerde seyretmektedir. Söz konusu bölgede insanlar, af edersiniz ama
ahırlarını bile elektrikle ısıtmakta olduğu söylenir durur. TEK oradaki açığı
diğer namuslu vatandaşlarının faturasına ekleyerek kendi zararını telafi
etmektedir. Bu bölge insanına devlet, vergi baştan olmak üzere elektrik, su ve
yatırım için kredi gibi verdiği hizmetlerin karşılığını alamamaktadır. Sırtta
kambur bedava hayat, oh ne ala… Fatura Türk insanına ihale edilmemiş olsa
diyeceğimiz bir şey olmaz. Üstüne üstük bir de silah alıp dağa çıkmaları ve her
gün akıtılan onlarca kan… O halde insanın şöyle diyesi geliyor; Eğer beraberce yaşamak mümkün değilse;
Beraberce yaşamanın gereği olan her türlü fedakârlığın yapıldığı zaten
biliniyor. Kürtlerin kendi kimliklerini yaşamada sıkıntı çektikleri söylenemez.
Bütün buna rağmen asli unsurun yapacağı bir şey kalmaz ise o zaman alabildiğine
savaş bir metot olarak düşünülebilinir mi? Öyle ya her gün başın ağrıyacağına…
Bir başka şey de üniter yapının tartışılmaya açılmasıdır. Bunun gereği olarak o bölge insanına yönelik referandum yapılarak sonuç itibariyle ayrılıkçılık sandıktan çıkarsa gereği için yeni politikalar veya yeni vaziyetler geliştirilebilinir. Ülkenin diğer bölgelerindeki Kürt nüfusun güney doğuya kaydırılmasıyla yapılan bir nüfus mübadelesinde tutunda Eyalet sistemi veya kendilerinin güney dedikleri bölgeyle bütünleşmeleri yönünde atılacak adımlar tartışılmalı ve şimdiden bunun Türk milletine ne getirip ne götüreceği hesabı yapılmalıdır.
Kürt milliyetçiliği ayrılık yönünde azgınlaşmıştır. Bütün göstergeler bunu doğrulamaktadır. Emperyalist devletlerinde hesabı bu yöndedir. GSMH kişi başı dört bin dolar olan 780 bin metrekarelik bir Türkiye de, GSMH kişi başına yirmi bin dolara kısa zamanda ulaşacak potansiyeli
olan 600 bin metrekarelik bir Türkiye tablosunu bir düşünelim... Denilebilir ki; bunun arkası da gelir. Hayır gelmez, çünkü böyle bir potansiyele sahip olmadığımız sosyolojik bir gerçektir.
Bakınız, beş milyonluk bir nüfusa ve bizim normal büyüklükte bir ilimizin toprak parçası kadar vatana sahip İsrail devletinin gücü ortada değil mi… Dedik ya 'Kel Tepe' anlayışı 'doğma' olmaktan çıkarsa, Devlet adamları aklın ve bilimin öncülüğünde tarihin akışını ve en başta da
milletine olan bağlılığın gereği, önemli bir adımın atılacağı gözden ırak tutulmamalıdır.
Kısaca denilebilir ki; Devletin güçlendirilmesi için bir miktarda toprak parçasıyla küçülmesinin ekonomi ve huzurun artmasına katkılarını birde bu açıdan değerlendirmiş olursak acaba vatan haini denilerek tüm dikkatleri üzerimize çeker miyiz.? Malum ;
Türk Devlet geleneğin de 'Kel Tepe' ler…
Bir başka şey de üniter yapının tartışılmaya açılmasıdır. Bunun gereği olarak o bölge insanına yönelik referandum yapılarak sonuç itibariyle ayrılıkçılık sandıktan çıkarsa gereği için yeni politikalar veya yeni vaziyetler geliştirilebilinir. Ülkenin diğer bölgelerindeki Kürt nüfusun güney doğuya kaydırılmasıyla yapılan bir nüfus mübadelesinde tutunda Eyalet sistemi veya kendilerinin güney dedikleri bölgeyle bütünleşmeleri yönünde atılacak adımlar tartışılmalı ve şimdiden bunun Türk milletine ne getirip ne götüreceği hesabı yapılmalıdır.
Kürt milliyetçiliği ayrılık yönünde azgınlaşmıştır. Bütün göstergeler bunu doğrulamaktadır. Emperyalist devletlerinde hesabı bu yöndedir. GSMH kişi başı dört bin dolar olan 780 bin metrekarelik bir Türkiye de, GSMH kişi başına yirmi bin dolara kısa zamanda ulaşacak potansiyeli
olan 600 bin metrekarelik bir Türkiye tablosunu bir düşünelim... Denilebilir ki; bunun arkası da gelir. Hayır gelmez, çünkü böyle bir potansiyele sahip olmadığımız sosyolojik bir gerçektir.
Bakınız, beş milyonluk bir nüfusa ve bizim normal büyüklükte bir ilimizin toprak parçası kadar vatana sahip İsrail devletinin gücü ortada değil mi… Dedik ya 'Kel Tepe' anlayışı 'doğma' olmaktan çıkarsa, Devlet adamları aklın ve bilimin öncülüğünde tarihin akışını ve en başta da
milletine olan bağlılığın gereği, önemli bir adımın atılacağı gözden ırak tutulmamalıdır.
Kısaca denilebilir ki; Devletin güçlendirilmesi için bir miktarda toprak parçasıyla küçülmesinin ekonomi ve huzurun artmasına katkılarını birde bu açıdan değerlendirmiş olursak acaba vatan haini denilerek tüm dikkatleri üzerimize çeker miyiz.? Malum ;
Türk Devlet geleneğin de 'Kel Tepe' ler…
"BİRİNCİ KUVVET.COM" Yazarlarından Sıddık Demir: MHP İhanet İçinde
Sıddık
Demir: MHP İhanet İçinde
Birincikuvvet.com yazarlarından 12 Eylül'de büyük mağduriyet yaşayan eski Edirne Ülkü Ocağı Başkanı Sıddık Demir, 12 Eylül'de "evet" diyeceğini ama bunu mağduriyeti için değil ülkesi için yapacağını söyledi.
Sıddık Demir: MHP İhanet İçinde
Birincikuvvet.com yazarlarından, 12 Eylül'de büyük mağduriyet yaşayan eski Edirne Ülkü Ocağı Başkanı Sıddık Demir, 12 Eylül'de "evet" diyeceğini ama bunu mağduriyeti için değil ülkesi için yapacağını söyledi.
Mesele Ülkücülerin veya bir başka kesimin mağdur edilmesi değil.
"Mesele Ülkücülerin veya bir başka kesimin mağdur edilmesi değil. Ülke insanının daha özgür daha güvenli daha şeffaf bir standardı yakalama meselesidir." diyen Sıddık Demir,
"Yoksa bir intikam kaygısı ile evet veya hayır diyecek noktada değiliz. Aynı mağduriyetlerin bir daha yaşanmaması için insanca tavır takınmamız lazım. Eğer buna hesaplaşma deniyorsa bilinmelidir ki; halktan yana olanlar bu fırsatı kaçırmamalıdır. MHP’nin ihanetten bahsetmesi kurum olarak kendilerini bağlayabilir. Ülkücüler millete ihanet etmez. Esas ihaneti MHP’nin çatısını oluşturanlar yapmaktadır. Ülkücü siyaset bunların yaptığı değildir. Ülkücüleri ihanet ile suçlayanlar bari ülkücü olsa, o zaman ağır olur işte…" diye konuştu.
***
Kurşun asker olanları hariç Ülkücü camia millî bir camia olduğunu belirten Demir, "Bu anayasa değişikliği ideal anlamda olmasa da milletimizden yana olduğu görülmektedir. O halde halkın menfaatine gelişen her atılım gerçek anlamda münevverleri veya köşeli ülkücüleri neden rahatsız etsin ki… Ayrıca özgürlüklerin gelişmesi karşısında Kürt’lerinde bu haktan yasal olarak istifadesi rahatsızlık verir bahanesi ütopik bir korku kültürüdür. Onlar da ben Kürt'üm demelidir. Şimdiye kadar zaten demediler mi denebilir. Şimdiye kadar öyleyse bundan böyle demelerinde ne zarar vardır." dedi.
Demir gönlünden geçeni ise şu şekilde açıkladı:
"Elbette oyum 'evet'tir. Bu tavrı namus meselesi olarak görüyor öyle yaklaşıyorum. Gönül ister ki bundan böyle Türk halkı nezdinde oluşmuş olan hoşgörü ve kabuller, zararlı mikro milliyetçilik unsuru radikalleri de yumuşatır. Kendini bu milletin parçası olarak göremeyen azınlık unsurlar, ana kitlenin hoşgörüsünü umarım bir zaaf olarak görmezler. Bu anayasa değişikliğindeki evet sonucu bir de bu anlamda düşünülerek zülfü yare dokunulmamalıdır. Çünkü özgürlükler her kesim içindir. Ortak noktalarda buluşmakta her kesimin fedakarlığı ile olur."
Birincikuvvet.com yazarlarından 12 Eylül'de büyük mağduriyet yaşayan eski Edirne Ülkü Ocağı Başkanı Sıddık Demir, 12 Eylül'de "evet" diyeceğini ama bunu mağduriyeti için değil ülkesi için yapacağını söyledi.
Sıddık Demir: MHP İhanet İçinde
Birincikuvvet.com yazarlarından, 12 Eylül'de büyük mağduriyet yaşayan eski Edirne Ülkü Ocağı Başkanı Sıddık Demir, 12 Eylül'de "evet" diyeceğini ama bunu mağduriyeti için değil ülkesi için yapacağını söyledi.
Mesele Ülkücülerin veya bir başka kesimin mağdur edilmesi değil.
"Mesele Ülkücülerin veya bir başka kesimin mağdur edilmesi değil. Ülke insanının daha özgür daha güvenli daha şeffaf bir standardı yakalama meselesidir." diyen Sıddık Demir,
"Yoksa bir intikam kaygısı ile evet veya hayır diyecek noktada değiliz. Aynı mağduriyetlerin bir daha yaşanmaması için insanca tavır takınmamız lazım. Eğer buna hesaplaşma deniyorsa bilinmelidir ki; halktan yana olanlar bu fırsatı kaçırmamalıdır. MHP’nin ihanetten bahsetmesi kurum olarak kendilerini bağlayabilir. Ülkücüler millete ihanet etmez. Esas ihaneti MHP’nin çatısını oluşturanlar yapmaktadır. Ülkücü siyaset bunların yaptığı değildir. Ülkücüleri ihanet ile suçlayanlar bari ülkücü olsa, o zaman ağır olur işte…" diye konuştu.
***
Kurşun asker olanları hariç Ülkücü camia millî bir camia olduğunu belirten Demir, "Bu anayasa değişikliği ideal anlamda olmasa da milletimizden yana olduğu görülmektedir. O halde halkın menfaatine gelişen her atılım gerçek anlamda münevverleri veya köşeli ülkücüleri neden rahatsız etsin ki… Ayrıca özgürlüklerin gelişmesi karşısında Kürt’lerinde bu haktan yasal olarak istifadesi rahatsızlık verir bahanesi ütopik bir korku kültürüdür. Onlar da ben Kürt'üm demelidir. Şimdiye kadar zaten demediler mi denebilir. Şimdiye kadar öyleyse bundan böyle demelerinde ne zarar vardır." dedi.
Demir gönlünden geçeni ise şu şekilde açıkladı:
"Elbette oyum 'evet'tir. Bu tavrı namus meselesi olarak görüyor öyle yaklaşıyorum. Gönül ister ki bundan böyle Türk halkı nezdinde oluşmuş olan hoşgörü ve kabuller, zararlı mikro milliyetçilik unsuru radikalleri de yumuşatır. Kendini bu milletin parçası olarak göremeyen azınlık unsurlar, ana kitlenin hoşgörüsünü umarım bir zaaf olarak görmezler. Bu anayasa değişikliğindeki evet sonucu bir de bu anlamda düşünülerek zülfü yare dokunulmamalıdır. Çünkü özgürlükler her kesim içindir. Ortak noktalarda buluşmakta her kesimin fedakarlığı ile olur."
Toplumun
öncü kuvvetlerinin can hıraş kendi iradeleri yönünde sonuç alınması için
çalıştığını hatırlatan Sıddık Demir, "Hareket ve hedef birliği yapan bu
öncü kuvvetlerden bir kısmına bakılacak olunursa; ana arterler de çeşitliliğin
artmadığı görülüyor. Bir istisna oluşumun dışında diğer tüm unsurların bu
anlamda irade ortaya koymalarına belki hak ta verilebilir. İrade beyan eden
ideolojik, siyasi veya korku kültüründen beslenen veya alışkanlıklarını
kaybetme endişesi ile statik oluşumlarının yaşamasını isteyen unsurlar
bakımından 12 Eylül referandumu ve sonucunu şimdiden kestirmemiz mümkün
görülmektedir." şeklinde konuştu.
TEK CÜMLEDE SİSTEMİ ÖZETLEDİ
"CHP’nin başını çektiği yüksek yargı, askerle desteklenen, MHP ile de itici kuyruk oluşturulan bir yapı… Hedef birliği gayesiyle BDP tarafından da omuz verilen bir lokomotif ve vagonları durumun da görünmektedir." tanımı ile Ulusalcı yapıyı tek cümlede özetleyen Sıddık Demir, yapının işlerliğini şu şekilde anlattı:
"Bunların içinde istisnai durum oluşturan MHP, tabanının aksine zorlanıyor. Takip ettikleri politika CHP’nin değirmenine su taşıyor. MHP’nin çatısı itibarıyla CHP’nin bütün unsurlarından farklı olmadığını burada görmekteyiz. Çünkü MHP ta 12 Eylül sürecinde başlatılan, geldiği nokta itibariyle de görülen “ulusallaştırma” politikası neticesinde fethedilmiş bir unsur olmuştur. Bu anlamda çatısı esaret altındaymış gibi…Yapılan politik manevraların Ülkücü anlayış veya Ülkücülerle hiç ilğisi yoktur. Oysa Ülkücüler "Allah'tan gayrisine kul olunmaz” anlayışını iliklerinde hissederler. Bu anayasa değişikliği özgürlüklerin çapını genişlettiğine göre Ülkücüler neden bu nimetten istifa etmesinler ki?"
Demir Hükümeti kararlı gördüğünü de belirterek sözlerini şöyle tamamladı:
"Hükümet ve 12 Eylül de EVET diyebilecek karşı unsurların referandum konusunda ümit var olmaları duruşları itibarıyla sağlıklıdır. Milletten yana olan her türlü icraatların millet tarafından ret edilme ihtimali üzerinde siyaset yapan retçilerin anadan doğma muhalefet, yani kronik bir vaka mensupları olarak yine millet tarafından bilindiklerini bilmedikleri her hallerinden bellidir. Ülke her geçen gün iyiye gitmektedir. Kararlı bir siyasi yapı cuntalara teslim olmadığı müddetçe, kendilerini sandıkta iktidar yapan mülkü millet hakkında alacağı her türlü karar da destek görürler. Yeter ki bugün görüldüğü gibi iktidarlar, iktidarlarına gayri hukuki oluşumları ortak etmeden iktidar olsunlar."
TEK CÜMLEDE SİSTEMİ ÖZETLEDİ
"CHP’nin başını çektiği yüksek yargı, askerle desteklenen, MHP ile de itici kuyruk oluşturulan bir yapı… Hedef birliği gayesiyle BDP tarafından da omuz verilen bir lokomotif ve vagonları durumun da görünmektedir." tanımı ile Ulusalcı yapıyı tek cümlede özetleyen Sıddık Demir, yapının işlerliğini şu şekilde anlattı:
"Bunların içinde istisnai durum oluşturan MHP, tabanının aksine zorlanıyor. Takip ettikleri politika CHP’nin değirmenine su taşıyor. MHP’nin çatısı itibarıyla CHP’nin bütün unsurlarından farklı olmadığını burada görmekteyiz. Çünkü MHP ta 12 Eylül sürecinde başlatılan, geldiği nokta itibariyle de görülen “ulusallaştırma” politikası neticesinde fethedilmiş bir unsur olmuştur. Bu anlamda çatısı esaret altındaymış gibi…Yapılan politik manevraların Ülkücü anlayış veya Ülkücülerle hiç ilğisi yoktur. Oysa Ülkücüler "Allah'tan gayrisine kul olunmaz” anlayışını iliklerinde hissederler. Bu anayasa değişikliği özgürlüklerin çapını genişlettiğine göre Ülkücüler neden bu nimetten istifa etmesinler ki?"
Demir Hükümeti kararlı gördüğünü de belirterek sözlerini şöyle tamamladı:
"Hükümet ve 12 Eylül de EVET diyebilecek karşı unsurların referandum konusunda ümit var olmaları duruşları itibarıyla sağlıklıdır. Milletten yana olan her türlü icraatların millet tarafından ret edilme ihtimali üzerinde siyaset yapan retçilerin anadan doğma muhalefet, yani kronik bir vaka mensupları olarak yine millet tarafından bilindiklerini bilmedikleri her hallerinden bellidir. Ülke her geçen gün iyiye gitmektedir. Kararlı bir siyasi yapı cuntalara teslim olmadığı müddetçe, kendilerini sandıkta iktidar yapan mülkü millet hakkında alacağı her türlü karar da destek görürler. Yeter ki bugün görüldüğü gibi iktidarlar, iktidarlarına gayri hukuki oluşumları ortak etmeden iktidar olsunlar."
4 Aralık 2015 Cuma
MHP’ye ağır gönderme: Madem siz İmralı’ya gidiyorsunuz ben de Silivri’ye gidip İlker Başbuğ’a sarılırım" diyerek Silivr'ye çıkartma yapan Bahçeli....
MHP’ye ağır gönderme
“Madem siz İmralı’ya
gidiyorsunuz ben de Silivri’ye gidip İlker Başbuğ’a sarılırım” diyerek
Silivri’ye çıkartma yapan MHP lideri Bahçeli’ye tepki gösteren Ökkeş Şendiller,
“Orada Ergenekon’dan dolayı yatanlar var. Kaldı ki onlar millete çok acı
çektirdi. Bugün internette ağlama duvarı önünde resimleri ve videosu olan
birini ziyaret etmesi milleti ve MHP’nin temelini mutlu etmemiştir” dedi.
MİLAT / ANKARA- Aslan DEĞİRMENCİ
Ankara Temsilcimiz Aslan Değirmenci'nin hazırlayıp sunduğu,
Kanal 5'te yayınlanan 'Son Gündem' programına katılan Kahramanmaraş Eski
Milletvekili Ökkeş Şendiller ve Ülkü Ocakları eski yöneticilerinden Sıddık
Demir önemli açıklamalarda bulundu.
“Madem siz İmralı’ya gidiyorsunuz ben de Silivri’ye
gidip İlker Başbuğ’a sarılırım” diyerek Silivri’ye çıkartma yapan MHP lideri
Bahçeli’ye tepki gösteren Ökkeş Şendiller, “Orada Ergenekon’dan dolayı yatanlar
var. Kaldı ki onlar millete çok acı çektirdi. Bahçeli oraya gitmek yerine
milletin gönlüne gitmeyi tercih etmeliydi. Bu tür ziyaretlerle milletin
gönlünde yer edemez. Bugün internette ağlama duvarı önünde resimleri ve videosu
olan birini ziyaret etmesi milleti ve MHP’nin temelini mutlu etmemiştir. Kaldı
ki bebek katili ile Genelkurmay Başkanını aynı kefeye koymak doğru değildir”
dedi. Tükler ve Kürtlerin akraba olduğunu belirten Şendiller, “Biz hısım akraba
olmuşuz bizim Kürtleri dışlamamız gibi bir şey söz konusu olamaz ‘Siyahın
beyaza, beyazın siyaha üstünlüğü yoktur, üstünlük takvadadır.’ Olaya ben böyle
bakıyorum” şeklinde konuştu.
Demir: “MHP eksen kayması yaşıyor”
Eski Ülkü Ocakları Başkanlarından Sıdık Demir de
programda MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Silivri’ye yaptığı ziyaretten
duyduğu rahatsızlığı dile getirdi. Demir, “MHP eksen kayması yaşıyor” dedi ve
ekledi: “12 Eylül sonrası planlı bir şekilde Ülkücü harekete müdahale edildi.
Sistemin isteği doğrultusunda Bahçeli, parti’de değişime gitti. İslami
söylemler hatta sloganlar bile ortadan kaldırıldı. Ülkücü anlayışa uymayan
siyasiler MHP’yi idare eder hale getirildi. İşte bugünde bu proje kapsamında
Silivri ziyareti gerçekleştirildi. Bu kabul edilir bir davranış değildir.
Ortada bir yönlendirme olduğu açık.”
Kader birliğimiz var
Türkiye vatandaşlarının kader birliği içinde olduğunu
hatırlatan Sıddık Demir, “Yıllarca 70 milyon vatandaş barış içinde yaşadı,
bundan sonra da yaşayacak. Bu Kürt - Türk ayrımı ile yedi dümen bir araya gelse
bizi ayıramazlar. PKK emperyalizmin taşeronluğu yapıyor. Acilen ekonomik
çalışmalar yapılmalı ve insanların yaşam standardı yükseltmelidir. Sosyal
politikalar da eş zamanlı devreye girmelidir” dedi. (MİLAT GAZETESİ: 21.01.2013 06:01)
SIDDIK DEMİR: "Cemaate hizmet edenler şimdi pişman"
Cemaate hizmet edenler şimdi pişman...
Gülen Grubuna uzun yıllar gönül ve destek veren Ülkü Ocakları eski yöneticilerinden Sıddık Demir ve İşadamı Mahmut Gürtürk’den camiaya canlı yayında samimi eleştiriler geldi.
GÜNCEL. 15 Ocak 2014 Çarşamba 10:13
Sıddık Demir: “Biz de hocaefendiye geçmişte büyük hizmetlerde bulunduk. Son zamanlarda aklın sınırlarını zorlayan olaylara şahitlik ediyoruz. İnsan bazı olayları ispat edemese de ne yapılmak istendiğini aklıyla sezebilir. Emperyalist güçlerin Türkiye içinde bazı cemaat unsurlarını kullandıklarını düşünüyorum. Maalesef bir zaman gönül verdiğimiz yapı da kendini kullandırtıyor. Bunu içime sindiremiyorum.” Mahmut Gürtürk: “Uzun yıllar cemaate maddi ve manevi destek verdim. Bugün elbette bu durumumuzu sorguluyoruz. Yaşananlara ihanet demeye dilim varmıyor ama son İHH operasyonları ile bunu demeliyiz diye düşünüyorum.” kanal5.com.tr’nin haberine göre, Ülkü Ocakları eski yöneticilerinden Sıddık Demir ve İşadamı Mahmut Gürtürk, Aslan Değirmenci ile Kanal 5’te yayınlanan Son Gündem programına konuk oldu. Paralel yapılanma ve 17 Aralık operasyonuyla başlayan süreci değerlendiren Demir ve Gürtürk, Gülen cemaatine bunca yıl sempatiyle bakmış ve desteklemiş insanlar olarak yaşanan son gelişmeleri anlayamadıklarını söylediler.
MAVİ MARMARA AÇIKLAMASI İLE ŞÜPHEMİZ BAŞLADI
Kanal 5 Ankara stüdyosundan canlı yayınlanan programda Gazeteci Yazar Aslan Değirmenci’nin sorularını yanıtlayan konuklar, 17 Aralık sonrası yaşanan gelişmeleri kaygıyla izlediklerini anlattılar. Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki onurlu ve dik duruşunu takdirle karşıladıklarını anlatan Demir ve Gürtürk, Mavi Marmara saldırısından sonra Fethullah Gülen’in “Otoriteden izin alınmalıydı” açıklamasına şaşırdıklarını ve şüpheyle karşıladıklarını ifade ettiler. “Biz de hocaefendiye geçmişte büyük hizmetlerde bulunduk” diyen Ülkü Ocakları eski Yöneticisi Sıddık Demir, “Son zamanlarda aklın sınırlarını zorlayan olaylara şahitlik ediyoruz. İnsan bazı olayları ispat edemese de ne yapılmak istendiğini aklıyla sezebilir. Emperyalist güçlerin Türkiye içinde bazı cemaat unsurlarını kullandıklarını düşünüyorum. Maalesef bir zaman gönül verdiğimiz yapı da kendini kullandırtıyor. Bunu içime sindiremiyorum” şeklinde konuştu. Demir ayrıca, 17 Aralık ve diğer operasyonların cemaatin kucağına bırakılan dış güdümlü bir ateş olduğunu savundu.
DEVLET İÇİNDE DEVLET
Daha önce Gülen cemaatini İslam’ın parlak yüzü olarak gördüğünü de aktaran Demir, “Fethullah Gülen’in Ülkücülere ufuk açtığı doğrudur. Geldiğimiz noktada ortaya çıkan tablo ise çok olumsuz bir tablodur” ifadelerini kullandı. Gülen cemaatinin kendisine gönül vermiş insanları çok zor duruma düşürdüğünü de belirten Demir, cemaatin içinde yer alan bazı grupların devlet içinde devlet oluşturmaya çalıştığını da sözlerine ekledi.
NE YAPACAĞI BELLİ OLMAYAN BİR YAPI VAR
İşadamı Mahmut Gürtürk ise, gelinen süreçte büyük bir karamsarlık ortamı oluştuğuna dikkat çekerek, “Bu son dönemde ateş topuna dönmüş bir bürokrasi ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir Emniyet var ortada. Sokaktaki insanlarda bir endişe ve karamsarlık havası oluşmaya başladığını görüyoruz. Geçen gün her zaman gittiğim bir bankaya uğradım. Son dönemde bu bankayla ilgili ortaya çıkan iddialar bütün banka çalışanlarını etkilemiş durumda. Personellerin üzerine sanki ölü toprağı serpilmiş gibiydi. Bu beni çok üzdü. Emek verdiğimiz bir kurum bu hale getirilmemeliydi. İçler acısı bir durumdayız. Bunlar bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüklerdir. Piyasalarda yer alan sarsıntılardan dolayı ortaya çıkan zararları iyi düşünmek lazım” şeklinde konuştu.
İHH OPERASYONU SABRIMIZI TAŞIRDI
Uzun yıllar cemaate maddi ve manevi destek verdiğini ifade eden Gürtürk, “Bugün elbette bu durumumuzu sorguluyoruz. Yaşananlara ihanet demeye dilim varmıyor ama son İHH operasyonları ile bunu demeliyiz diye düşünüyorum. Bir iyilik hareketi hedef alınmamalı. Tabi aynı zamanda devlet ve hükümet de… Neler yaşandığını anlamaya çalışıyoruz. Bir hücre yenilenmesi şart” dedi. Gürtürk, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Bir insan kendi ülkesine nasıl ihanet edebilir? Bir görevli ülkenin milli sırlarını nasıl ifşa eder ve bir yardım tırının önünü keserek sorgulamaya çalışır? Bu yapı her ne ise ve bunu yapanlar her kimse çok açık bir şekilde ortaya konmalıdır. İHH ve benzeri kuruluşlar Türkiye’yi temsil eden önemli sivil toplum kuruluşlarıdır ve bunların yıpratılması doğru değildir. Onlar mazlumların gözü kulağıdır. Bizlerin vicdanıdır” ifadelerini kullandı. Görünüm zengin & masaüstü ekranı Mobile git Cemaate hizmet edenler şimdi pişman
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/guncel/olaylar/147118/cemaate-hizmet-edenler-simdi-pisman.html
Gülen Grubuna uzun yıllar gönül ve destek veren Ülkü Ocakları eski yöneticilerinden Sıddık Demir ve İşadamı Mahmut Gürtürk’den camiaya canlı yayında samimi eleştiriler geldi.
GÜNCEL. 15 Ocak 2014 Çarşamba 10:13
Sıddık Demir: “Biz de hocaefendiye geçmişte büyük hizmetlerde bulunduk. Son zamanlarda aklın sınırlarını zorlayan olaylara şahitlik ediyoruz. İnsan bazı olayları ispat edemese de ne yapılmak istendiğini aklıyla sezebilir. Emperyalist güçlerin Türkiye içinde bazı cemaat unsurlarını kullandıklarını düşünüyorum. Maalesef bir zaman gönül verdiğimiz yapı da kendini kullandırtıyor. Bunu içime sindiremiyorum.” Mahmut Gürtürk: “Uzun yıllar cemaate maddi ve manevi destek verdim. Bugün elbette bu durumumuzu sorguluyoruz. Yaşananlara ihanet demeye dilim varmıyor ama son İHH operasyonları ile bunu demeliyiz diye düşünüyorum.” kanal5.com.tr’nin haberine göre, Ülkü Ocakları eski yöneticilerinden Sıddık Demir ve İşadamı Mahmut Gürtürk, Aslan Değirmenci ile Kanal 5’te yayınlanan Son Gündem programına konuk oldu. Paralel yapılanma ve 17 Aralık operasyonuyla başlayan süreci değerlendiren Demir ve Gürtürk, Gülen cemaatine bunca yıl sempatiyle bakmış ve desteklemiş insanlar olarak yaşanan son gelişmeleri anlayamadıklarını söylediler.
MAVİ MARMARA AÇIKLAMASI İLE ŞÜPHEMİZ BAŞLADI
Kanal 5 Ankara stüdyosundan canlı yayınlanan programda Gazeteci Yazar Aslan Değirmenci’nin sorularını yanıtlayan konuklar, 17 Aralık sonrası yaşanan gelişmeleri kaygıyla izlediklerini anlattılar. Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki onurlu ve dik duruşunu takdirle karşıladıklarını anlatan Demir ve Gürtürk, Mavi Marmara saldırısından sonra Fethullah Gülen’in “Otoriteden izin alınmalıydı” açıklamasına şaşırdıklarını ve şüpheyle karşıladıklarını ifade ettiler. “Biz de hocaefendiye geçmişte büyük hizmetlerde bulunduk” diyen Ülkü Ocakları eski Yöneticisi Sıddık Demir, “Son zamanlarda aklın sınırlarını zorlayan olaylara şahitlik ediyoruz. İnsan bazı olayları ispat edemese de ne yapılmak istendiğini aklıyla sezebilir. Emperyalist güçlerin Türkiye içinde bazı cemaat unsurlarını kullandıklarını düşünüyorum. Maalesef bir zaman gönül verdiğimiz yapı da kendini kullandırtıyor. Bunu içime sindiremiyorum” şeklinde konuştu. Demir ayrıca, 17 Aralık ve diğer operasyonların cemaatin kucağına bırakılan dış güdümlü bir ateş olduğunu savundu.
DEVLET İÇİNDE DEVLET
Daha önce Gülen cemaatini İslam’ın parlak yüzü olarak gördüğünü de aktaran Demir, “Fethullah Gülen’in Ülkücülere ufuk açtığı doğrudur. Geldiğimiz noktada ortaya çıkan tablo ise çok olumsuz bir tablodur” ifadelerini kullandı. Gülen cemaatinin kendisine gönül vermiş insanları çok zor duruma düşürdüğünü de belirten Demir, cemaatin içinde yer alan bazı grupların devlet içinde devlet oluşturmaya çalıştığını da sözlerine ekledi.
NE YAPACAĞI BELLİ OLMAYAN BİR YAPI VAR
İşadamı Mahmut Gürtürk ise, gelinen süreçte büyük bir karamsarlık ortamı oluştuğuna dikkat çekerek, “Bu son dönemde ateş topuna dönmüş bir bürokrasi ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir Emniyet var ortada. Sokaktaki insanlarda bir endişe ve karamsarlık havası oluşmaya başladığını görüyoruz. Geçen gün her zaman gittiğim bir bankaya uğradım. Son dönemde bu bankayla ilgili ortaya çıkan iddialar bütün banka çalışanlarını etkilemiş durumda. Personellerin üzerine sanki ölü toprağı serpilmiş gibiydi. Bu beni çok üzdü. Emek verdiğimiz bir kurum bu hale getirilmemeliydi. İçler acısı bir durumdayız. Bunlar bu ülkeye yapılacak en büyük kötülüklerdir. Piyasalarda yer alan sarsıntılardan dolayı ortaya çıkan zararları iyi düşünmek lazım” şeklinde konuştu.
İHH OPERASYONU SABRIMIZI TAŞIRDI
Uzun yıllar cemaate maddi ve manevi destek verdiğini ifade eden Gürtürk, “Bugün elbette bu durumumuzu sorguluyoruz. Yaşananlara ihanet demeye dilim varmıyor ama son İHH operasyonları ile bunu demeliyiz diye düşünüyorum. Bir iyilik hareketi hedef alınmamalı. Tabi aynı zamanda devlet ve hükümet de… Neler yaşandığını anlamaya çalışıyoruz. Bir hücre yenilenmesi şart” dedi. Gürtürk, sözlerini şu şekilde sürdürdü: “Bir insan kendi ülkesine nasıl ihanet edebilir? Bir görevli ülkenin milli sırlarını nasıl ifşa eder ve bir yardım tırının önünü keserek sorgulamaya çalışır? Bu yapı her ne ise ve bunu yapanlar her kimse çok açık bir şekilde ortaya konmalıdır. İHH ve benzeri kuruluşlar Türkiye’yi temsil eden önemli sivil toplum kuruluşlarıdır ve bunların yıpratılması doğru değildir. Onlar mazlumların gözü kulağıdır. Bizlerin vicdanıdır” ifadelerini kullandı. Görünüm zengin & masaüstü ekranı Mobile git Cemaate hizmet edenler şimdi pişman
kaynak: http://www.on5yirmi5.com/haber/guncel/olaylar/147118/cemaate-hizmet-edenler-simdi-pisman.html
Ankara B.şehir belediye başkan Adayı Mansur Yavaş'a ülkücülerden büyük şok
Mansur Yavaş'a ülkücülerden büyük şok
MHP'den ayrılıp CHP'den Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkan
Adayı olan Mansur Yavaş'a ülkücülerden tepki gelmeye devam ediyor: "Bu bir
dram, dibe vurma ve siyasi harakiri, Ülkücüler kendisine asla oy
vermeyecek."
Haber10'a konuşan ülkücüler, Yavaş'ın adaylığına, "Bu
bir dram, dibe vurma ve siyasi harakiri, Ülkücüler kendisine asla oy
vermeyecek" şeklinde tepki gösterdi.
ÖĞE: ÜLKÜCÜLER ASLA OY VERMEYECEK
MHP'nin eski kurucularından Ülkü-Tek Genel Başkanı Sabri
Öğe, Mansur Yavaş'ın adaylığı için, "Bu maya tutmaz" dedi. Öğe
sözlerini şu şekilde sürdürdü: "Mansur Yavaş, Devlet Bahçeli'ye 'Partiyi
CHP'lileştiriyorsun' diye eleştiri getirirken kendisi CHP'nin kapısına gitti.
Açıkçası Yavaş, şahsiyet ve kişilik zafiyeti sergiledi. İnsanlar her zaman
ilkelerine sahip çıkamayabiliyorlar. Ama çokta önemi yok. Çünkü CHP, Mansur
Yavaş ile seçim kazanamaz. Ülkücüler CHP'ye asla ve asla oy vermezler. Bu maya
tutmaz. CHP de Yavaş da hiç bir şey kazanamayacak aksine CHP'de iç kavga
başlayacak. Şimdi ulusalcılar sessiz ama seçim sonrası Yavaş'ın adaylığı
partide kalkışmaya dönüşecek. İzleyip hep beraber göreceğiz. "
SIDDIK DEMİR:
Eski ülkü ocakları başkanlarından Sıddık Demir ise, siyaseti
dizayn etmek isteyen yapıların varlığına dikkat çekerek önemli açıklamalarda
bulundu. Demir, "Yavaş'ın CHP'den aday olması Türk siyasi tarihinin
olumsuz bir tablosudur. Yavaş, özelde iyi biri olabilir ama anlaşılamaz bir
şekilde savruldu. En başta kendi zor durumda... Bir işe girdi ve çıkamıyor.
Yıllardır mücadele ettiği siyasetin içerisine girerek baş oldu. Bu bir dram...
Bilmediğimiz bir güç onun savrulmasına neden olmuş olabilir. Yedi rengin
dışında siyasi hayatta renk oluşturmaya çalışanlar var. Ciddi bir siyasi
mühendislik ile karşı karşıyayız. Yeni bir koalisyon arayışı, ortada bir rant
siyaseti var. Koalisyonların karşısında ise tek başına bir Başbakan var.
Başbakanımız şövalye gibi bu dayatmalara karşı mücadele ediyor. 30 Mart günü
kimin kazanacağını hep beraber göreceğiz" dedi.
İLTER: YAVAŞ SİYASİ BİR HARAKİRİ YAPMIŞTIR
12 Eylül Mağduru ve 12 Eylül davası müdahil avukatlarından
olan Hasan İlter de Mansur Yavaş'ın CHP adaylığına tepki gösterdi, Yavaş'ın
küresel operasyonun bir parçası olduğunu öne sürdü. İlter, "Mansur Yavaş
Türkiye üzerine oynanan kirli oyunun maalesef bir parçası oldu. Türkiye artık
kalıbına sığmıyor ve süper güç olma yolunda ilerliyor. Ülkemizi yolundan
döndürmek isteyenler ise siyaseti dizayn etmek istiyor. İşte bu dizayn
harekatının bir adayı da Mansur Yavaş oldu. Ancak bu oyun tutmaz. Mansur Yavaş
siyasi bir harakiri yapmıştır. Kendi kendini bitiren bir siyasetçi olarak
tarihte yerini alacaktır" diye konuştu.
MHP KURUCULAR KURULU ÜYESİ OLAN ÜÇ İSİM DE 'CHP'YE OY
VERMEYİN' ÇAĞRISI YAPMIŞTI
MHP'nin 3 kurucu üyesi olan Naci Meriç, Mehmet Zeybek ve
Kemal İnandı ortak bir açıklama yaparak, yaşanan süreç karşısında şaşkın
olduklarını belirtip "MHP'lilerin CHP'ye oy vermemesi" çağrısında
bulunmuştu. (SABAH; Giriş Tarihi: 26.03.2014 14:56 Güncelleme
Tarihi: 26.03.2014 15:00)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)